Çankırı Bayan Masör – Masör Ece

Çankırı Bayan Masör – Masör Ece

Çankırı Bayan Masör ikinci mektubunda, Sorbonne’la ilişkisini tamamen kesmesi için, annesinin onu kışı geçirmek üzere Berlin’e göndermeye karar verdiğini yazıyordu.

Tıpkı eski devirlerde, taşra eşrafının, bir skandalı, bir dedikodulu macerayı örtbas etmek için, oğullarını apar topar güney Amerika’ya yollamayı alışkanlık haline getirdikleri benzer biçimde bir şeydi bu. O son haftalar boyunca yazdığım kadar uzun, geniş detaylı mektuplar yazmamıştım Zaza’ya hiç. Bana, hiç o zamanki kadar açıkça içini dökmemişti. Gene de, Zaza ekim ortalarında Paris’e döndüğü vakit, dostluğumuz kötü başladı. Benimle olmadığı zamanlar, bana yazabilir, içinde bulunduğu zorluklan, hoşlanmadığı şeyleri anlatır, ben de kendimi onun yanında, ona destek, onunla birlik bulurdum.

 

Çankırı Bayan Masör aslında onun tutumu belirsiz, kapanıktı. Annesine duyduğu sevgi ve saygıyı hâlâ eskisi gibi sürdürüyor ve çevresine, geçmişine bağlılıktan kopamıyordu. Ben kişiliğin böyle ayrışmasını kabul edebilecek durumda değildim. Madam Mabille’in karşıtlığının, düşmanlığının derecesini anlamıştım ve içinde olduğumuz iki kamp arasında aslabir uzlaşma olamayacağının bilincindeydim.

Yakasılar, Katolikleri ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Zaza, benim tarafımı tutmamakla, benim yanıma geçmemekle, beni yok etmeyi fakatçlamış düşmanlarımın eline büyük koz vermiş oluyordu. Bu yüzden kırgındım ona. Zaza, zorlandığı Berlin yolculuğundan ürküyor ve kendini harap edercesine üzülüyordu. Kırgınlığımı, onun acılanın paylaşmamakla gösterdim. Zaza’yı şaşırtan, üzen bir delidoluluğa vurdum işi. Stepha ile büyük yakınlık kurmuştum. Onun, kendine özgü abartmalı tavrıyla kahkahalar atmaya, mevzuşmaya başladım.

Çankırı Bayan Masör

Çankırı Bayan Masör, bizim mevzuşmalarımızı dinlerken çoğunlukla şaşkına dönüyordu. Stepha, insanlar ne denli geniş fikirli, ne denli Çankırı Yakası olurlarsa, o ölçüde enternasyonal görüşleri olacağını söylemiş olduği süre, Zaza’nın aklı başından gidiyordu. Zaza, bizim “Polonyalı öğrenci” tutumumuza inat olsun diye, “iyi yetişmiş Fransız genç kızı” görevine dört elle sarılıyordu. Kim bilir nihayetinde, hepten düşman tarafına geçecekti.

Arak, ona her aklımdan geçeni söylemesi imkansız olmuştum; bundan dolayı de Zaza’yı, Pradelle, Lisa, kardeşim ve Stepha varken görmeyi, başbaşa kalmaya yeğ tutuyordum. Zaza, hiç kuşkusuz sezinledi aramızda genişleyen uçurumu. Yol hazırlıklarına kaptırmıştı kendini. Kasım sonucunda hiçbir pişmanlık, aslabir acı duymaksızın vedalaştık.

Dersler başladı. Bir yıl atlamıştım ve Clairaut dışında, yeni sınıf arkadaşlarımın hiçbirini tarifıyordum, içlerinde ne bir amatör, ne bir hevesli vardı. Hepsi de benim gibi, imtihanı kazanmak ve seçilmek için kati kararlı prÇankırıesyonellerdi. Kendilerini pek önemli gören havalarıyla, bana itici geldiler. Ben de onlara aldırmamaya karar verdim. Geceyi gündüze katıp deliler şeklinde çalışmaya koyuldum. Sınavlarla ilgili derslerin tümünü izliyor, Sorbonne’daki, Ecole Normale’deki derslere giriyor ve süreım kalırsa, Sainte-Genevieve’de, Victor Cousin’de yahut Ulusal Kitaplık’ta çalışıyordum. Akşamlan ya roman okuyordum, veya dışarı çıkıyordum. Artık büyümüştüm. Yakında evden ayrılacaktım. O yıl annemler, arada bir, yalnız yahut bir arkadaşımla gece tiyatroya gitmeme izin verdiler. Man Ray’in Deniz Yıldızı’nı, Ursulines’deki, Studio 28’deki ve Cine Latin’deki bütün programlan gördüm. Brigitte Helm’in, Douglas Fairbanks’ın, Buster Keaton’un aslabir filmini kaçırmadım. Sol eğilimli tiyatrolara gidiyordum.